Bilindiği üzere boşanmanın bir takım mali sonuçları bulunmaktadır. Bunlar; maddi tazminat, manevi tazminat, nafaka ödemesi ve mal rejiminin tasfiyesi şeklinde sınıflandırılabilir. Tazminat sorumluluğu noktasında “kusur” ilkesi geçerli olduğundan tazminat kalemi çok fazla tartışmaya neden olmasa da “nafaka”, ülkemizde ciddi tartışmalara neden olmakta, mahkemelerin taktir hakkı vatandaşlarca haklı olarak sorgulanmakta ve genel olarak sonuçların adil olmadığı fikri ağır basmaktadır. Vatandaşlarca bu sonuca varılmasına neden olan en belirgin faktör “kadın-erkek arasında fark gözetildiği” düşüncesidir. Oysaki anayasal düzeyde koruma altına alınmış olan cinsiyet eşitliği ilkesi gereğince gerek kadın eşin gerekse de erkek eşin nafaka hakkında yasal anlamda bir fark bulunmamakta, erkek eş de şartları taşımak kaydıyla nafaka talep etme hakkına sahip bulunmaktadır. Bu çalışmamızda nafaka hakkını cinsiyet eşitliği düzeyinde yasal olarak gerekçelendirmeye ve okurlarca anlaşılır kılmaya çalışacağız.

Anayasamızın 10.maddesi hükmünde “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir.” denilmektedir.

Türk Medeni Kanunu’nun 175.madde hükmünde “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.” denilmektedir.

Yüksek Mahkeme kararlarında yoksulluğa düşme halinin boşanma davası sırasındaki duruma göre belirlenmesi, tarafların çalışıp çalışmadığı, çalışıyorsa yoksulluktan kurtaracak düzeyde düzenli ve sürekli bir gelirinin olup olmadığı, işten ayrılmışsa kendi isteği ile mi yoksa zorunlu olarak mı ayrıldığı ve daha birçok konuda detayın mahkemece araştırılarak talep eden tarafın boşanma yüzünden yoksulluğa düşüp düşmeyeceğinin tespiti ile sonucuna göre yoksulluk nafakası konusunda bir karar verilmesi gerektiği kanaatindedir.

Uygulamada erkek eş lehine nafakaya hükmedildiğine sık rastlanmadığı iddia edilmektedir. Ancak bunun, ülkemizin geçmişinden gelen siyasi, dini, toplumsal ve benzeri bazı nedenleri bulunmakta, mahkeme önüne gelen uyuşmazlıklarda da sıklıkla bu nedenlerin haklı olduğunu gösterir durumlarla karşılaşıldığından kadın lehine nafakaya hükmedildiği görülmektedir.

Bilindiği üzere kadınların çalışma hayatına girişi, erkeklere göre çok yeni bir tarihte gerçekleşmiştir. Dünya genelinde dahi durum böyleyken, ülkemizin içinde bulunduğu şartlar, bu girişi daha da geciktirmiştir. Neredeyse 2000’li yıllara denk düşen kadın emeğinin istihdamda yer bulması olgusu, Türk aile ve toplum yapısında henüz oturmuş bir yer dahi edinememiştir. Nitekim boşanmalarda “kadının çalışması” gibi sebeplerin ileri sürüldüğü ne yazık ki görülmektedir.

Konuyu cinsiyet temelinde açıklamamızın sebebi, yargı kararlarında neden kadınların maddi mağduriyete daha açık görüldüğünün anlaşılmasıdır. Ülkemiz genelinde çoğu kadının çalışma hayatından uzak olması, çoğu kadının da çalışmasının evlilikte adeta “problem” olarak görülmesi nedeniyle nitelikli bir kadın topluluğu maddi gelir elde edememekte, eşlerinin sağladığı maddi imkanlara muhtaç bir hayat sürmekte; bu sebeple boşanma olgusu, yüksek oranda kadın nezdinde yoksulluğa neden olmaktadır. Erkek eşlerin çoğu, halihazırda zaten evinin geçimini sağlamak üzere çalışıyor olduğundan boşanmanın sonuçlarından daha az etkilenmektedir. Bu sebepledir ki mahkemeler nezdinde taktir hakkı daha çok kadınları korumaya yönelik kullanılmaktadır.

Medeni Kanun’da yer alan kadın ve çocukların infak ve iaşesinin kocaya ait olduğuna ilişkin hükmün TMK ile değiştirilerek, eşlerin evlilik birliğinin giderlerine katılma konusunda eşitlik ilkesinin kabul edildiği, dolayısıyla artık her iki eşin de giderlere katılmak zorunda olduğu, giderlere katılmada ölçü olarak eşlerin güçlerinin esas alındığı bilinmekte ise de bu hükmün toplumsal hayat ile iç içe geçmesi zaman alacak gibi görünmektedir. Bilindiği üzere bazı kesimlerde halen kadının çalışması olgusu, evlilik birliği için “problem” olarak görülmektedir.

4721 Sayılı Kanunumuza göre, “Birliği eşler beraberce yönetirler”; oysa önceki Kanunumuzda “Koca, birliğin reisidir”, hükmü yer almakta ve buna bağlı olarak birliği yönetim yetkisinin de kocada bulunduğu kabul edilmekteydi. Birliğin reisi olan koca, evin seçiminden eşinin ve çocuklarının uygun şekilde geçiminden sorumluydu (743 sayılı MK. m. 152/II). Kadın ise, birliğin mutluluğunu sağlamak için gücü yettiği kadar kocasının yardımcısı ve danışmanı sayılıyordu ve eve bakma sorumluluğu da kadındaydı (743 sayılı MK. m. 153/II). (Yrd. Doç. Dr. Damla GÜRPINAR, Eşlerin Evlilik Birliğinin Giderlerine Katılma Borcu).

Yeni Medeni Kanunumuzun yürürlüğe girdiği tarihin 01/01/2002 olduğu göz önüne alınırsa sadece 21 yıl gibi bir sürede toplumun algılarının tamamen değişmesi beklenmemelidir. Ancak bu açıklamalar asla, kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olmadığı ya da kadın ve erkeklerin yargı önünde farklı işleme tabi tutulduğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Kadın eşin çalışma hayatında aktif rol aldığı durumlarda erkek eşin nafaka ile yükümlü tutulmasının adil olmadığına çoğu mahkemece kanaat getirilmekte ve çalışan kadın eşler için yoksulluk nafakası talepleri reddedilmektedir. Yine anayasada ve kanunda hüküm altına alındığı şekliyle, boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek tarafın erkek eş olduğunun ortaya konulması halinde elbette erkek lehine de nafakaya hükmedilmesi hakkaniyet gereğidir. Yüksek Mahkeme uygulaması şu aşamada bu yönde değildir çünkü yukarıda açıklandığı üzere evin geçimini erkek eşin sağlamakla yükümlü olması, toplumumuzda çok uzun süredir kabul gören ve yerleşmiş bir uygulama haline gelmiş olup erkek eşin nafakaya ihtiyaç duyması şu aşamada çok mümkün kabul edilmemektedir. Kadın eşin nafaka talebinin reddedildiği sıklıkla karşılaştığımız bir durum ise de erkek eşin nafaka talebinin kabul edildiğine şu an için rastlanmamaktadır. Adil görünmeyen bu durum, ancak kadınların çalışma hayatındaki yerinin toplum tarafından kabul görmesi, kadın istihdamının evlilik birliği için sorun olmaktan çıkarılması ve evlilik birliği içerisinde kadın ve erkek eş arasında tam bir eşitlik sağlanması halinde mümkün hale gelecektir.

“boşamaya sebep olan olaylarda davalı-karşı davacı kadın ağır kusurlu olup, bu kusurlu davranışlar aynı zamanda davacı-karşı davalı erkeğin kişilik haklarına zarar verecek niteliktedir. TMK'nun 174/2. maddesi erkek yararına oluşmuştur.” Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, E. 2020/617, K. 2020/2140, T. 12.3.2020

“İşinden kendi isteği ile ayrılan kadın yararına yoksulluk nafakasına hükmedilemez. O halde, davacı kadın yararına yoksulluk nafakası takdiri doğru olmamıştır. Ne var ki, bu husus ilk inceleme sırasında gözden kaçırıldığından davalı erkeğin yoksulluk nafakasına yönelik karar düzeltme talebinin kabulü ile Dairemizin 18.04.2018 tarih, 2016/15634 esas ve 2018/5203 karar sayılı yoksulluk nafakasına yönelik kısmen onama ilamının kaldırılmasına, yukarıda açıklanan sebeple hükmün yoksulluk nafakası yönünden bozulmasına karar vermek gerekmiştir…” Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, 24.06.2019 T. 2018/6836 E. 2019/7645 K.

“Tarafların malî ve sosyal durumları gözetildiğinde malî gücü kocasına göre çok daha iyi durumda olan ... yararına tedbir nafakasına hükmedilmesi koşulları bulunmadığı için bu talebin reddi gerektiğine değinen Özel daire bozma kararına uyulması gerekirken tedbir nafakasına hükmedilen önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.” Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, E. 2019/107 K. 2022/318 T. 15.03.2022