El Mübdi İsmi
İlkin yaratan,[1194]
"El-Mübdî", "Cenab-ı Hakk'ın varlıkları ilkin yaratması, mahlukâtın tamamını yoktan maddesiz ve örneksiz olarak ilk defa varetmesi" demektir.
Sözlükte, "başlangıç bir iş, ilk iş ve acaip iş" demektir.
Allah Tealâ şöyle buyuruyor:
"(Onlar mı hayırlı) yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem yerden rızıklandıran mı? Allah'tan başka bîr ilah mı var?"[1195]
"İlkin mahlukatını yaratıp (ölümden) sonra bunu (yaratmayı) tekrarlayan O'dur ki, bu, O'nun için pek kolaydır. Göklerde ve yerde (tecelli eden) en yüce sıfat O'nundur. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.”[1196]
mahlûkâtı maddesîz ve örneksiz olarak ilk baştan yaratan. [1197]
Ezelde, yâni zaman ve mekân mefhumları yokken, Allahu teâlâ vardı. Kendisiyle beraber başka birsey yoktu. Kendi kendine bir menfaat veya bir mazarrat veya herhangi bir şey yapabilecek hiçbir mevcut olmadığı gibi, bâzıları tarafından bugün kendisinde bir te'sîr ve kudret bulunduğu sanılan tabiat da yoktu. Velhâsıl ortada hiçbir şeyin örneği ve vücûdunun malzemesi, nizam, varlığının vâsıtaları, sebepleri yokken yalnız Allah vardı.
Sonra Allahu teâlâ, varlığını ve kemâlini duyurmak, mahlûkâtını sonsuz rahmet ve lûtfuna doyurmak, hikmetiyle kâinatı yaratmak istedi ve istediği şekil ve nizam üzerine yarattı. Her şeyin ilk örneğini meydana çıkardı ve her şeyin yaşamasını ve kendi cinsinin çoğalıp üremesini bir takım sebeplere, vâsıtalara, nizamlara, kânunlara bağladı. Bütün bunlar, Allahu teâlâ'nın emr ü fermanına musahhar, mahlûku ve memlûküdür. [1198]
İlk İnsanın Yaradılışı:
Arz küresi, yaratıldığından beri nice değişiklikler geçirmiştir. Orada en son insan yaratılmış olduğuna göre, dünyâda hiç insan yokken, onun ilk örneğini -büyük babasının maymun olduğunu iddia edenlerin hilâfına olarak-kupkuru topraktan meydana getirmiş ve sonra insan zürriyetinin devamını, erkek ve kadın nutfelerinin birleşmesine bağlamıştır. Yeryüzünde yaşayan, henüz cinslerinin sayısını bilemediğimiz hayvanâtın menşei de yine o topraklar!
Allah her şeyi, ne derin, ne ince, ne değişmez nizamlara bağlamış; her sene bahar mevsiminde o kapkara topraklardan, hadsiz hesapsız bir uzviyet âleminin fışkırıp çıktığını da görüp duyuyoruz. Güneşten yere akan hararet dalgalarıyle, denizlerden yükselen buharlar, yukarıda tekasüf ederek, kar veya yağmur hâlinde yine yeryüzüne yağıyor. Bu karların ve yağmurların yeryüzüne yağmasiyle, hayat verici nehirler, ırmaklar hâsıl oluyor. Ağaçlar, nebatlar gözlere fer, gönüllere ferahlık veren yemyeşil ovalar, sıra sıra ormanlar, renkleri, kokuları, şekilleri başka başka, sayıya gelmez çiçekler meydana geliyor, bu sayede her mahlûkun ilk örneğini veren o topraklar, öteden de onların binbir çeşit gıdalarını, binbir çeşit devalarını ve daha birçok menfaatlarıni, zînetlerini hazırlamak ve vermekle meşguldür.
Bütün bu işlerde, tabiatın veya herangi bir kuvvetin hakîkî dahl ve te’sîri var mıdır? Yaradılmışlar içinde hakîkaten te’sîr ve kudret sahibi herhangi bir şey bulunduğunu ve mesela güneşin bizzat her şeye hayat ve hareket verebileceğini zannetmek şirktir. Nitekim birçok insanlar, yıldızlara, aya, güneşe veya kendi arlarında yetişen kahramanlara, hakîkî kuvvet ve kudret sahibidir diye, bir Tanrı gibi tapınmışlardır. İnsanlık şeref ve gururunun doğrayan ne çirkin faciadır bu. Olan biten her şeyde ilk te’sîr ve kudret nasıl Allahu teâlâ’nın ise, yine öyledir ve dâimâ da öyle olacaktır. Sebeplerde, vasıtalarda hiçbir te'sir yoktur. Toprağın altından bir otu, bir mantarı dürten güneş değildir, belki güneş vâsıtasiyle Allah'tır. Fakat bu O’nun vâsıtaya ihtiyâcından değil, yaratılan şeyleri halden hâle, tavırdan tavıra, şekilden şekle geçirerek, tedbir ve terbiyesinin, azamet ve kudretinin, rahmet ve re’fetinin izlerini basiret sâhiplerine göstermek hikmetindendir. Tabiata tapanlar düşünmelidir ki, toprağın tabiatı ölülük ve durgunlukdur; o halde bu ölü toprakları harekete geçiren, faâliyete sevkeden ve onu üzerinde yaşayan mahlûklar için bitmez tükenmez bir kaynak haline getiren kimdir? [1199]
Kula Gereken Şey:
Her şeyden evvel kendi şahsını ve ilk yaradılışını düşünerek, kupkuru topraklardan böyle görür, işitir, düşünür, konuşur, nazik, zarif bir mahlûk meydana getiren ve aslında ölüden başka bir şey olmayan toprakta bunca tahavvülatı gösteren ve onu bu derece tekâmüle erdiren ancak Allahu teâlâ’nın kudret ve rubûbiyeti olduğunu ve bunların hiç birinde, velevki zâhiren olsun, başkasının dahli bulunmadığını kat'i surette tasdik etmeli ve yaratılıp durmakta olan mahlûkattan hiçbirini, hiçbir veçhile Yaratan'a denk tutarak, alt tarafı Cehennem çukuruna inen şirk uçurumuna yuvarlanmaktan son derece sakınmalıdır. [1200]
[1195] Neml: 27/64
[1196] Rûm: 30/27 Prof. İzzeddin Cemel, El-Esmaü’l-Hüsna, Ravza Yayınları: 264-265.
[1197] Ali Osman Tatlısu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi, Başak Yayınları: 163.
[1198] Ali Osman Tatlısu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi, Başak Yayınları: 163-164.
[1199] Ali Osman Tatlısu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi, Başak Yayınları: 164-165.
[1200] Ali Osman Tatlısu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi, Başak Yayınları: 165.