Es Semi İsmi
Her şeyî işiten, [819] iyî işiten. [820]
"O'nun benzeri olan hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir." [821]
Sözlükte "Sem" işitmek, duymak gibi manalara gelir. Terim olarak "Allah Tealâ'nın işitilecek her şeyi tam olarak işitmesi" demektir. Sübhan, kullarının bütün dua ve niyazlarını işitir. Hiçbir nida onu meşgul etmez. Birinin duasına icabet etmesi diğerinin dua ve isteğine icabet etmesine mani değildir.
Cenab-ı Hak, zorda kalan kimsenin duasına icabet eder ve kötülüğü kaldırır. İstiğfarda bulunanların günahını bağışlar. Sığınma anında tevbeye mukabelede bulunur. Özür dilendiğinde özre mukabelede bulunur.
Sübhan Tealâ, göğüslerdeki bütün gizlilikleri bilir. Bütün fısıltıları işitir. Yeryüzünde ve gökyüzünde hiçbir şey ona gizli kalmaz.
Her türlü noksanlıklardan münezzeh olan Allah her şeyi işiten, gören, kullarının davetine icabet eden her şeyi gözetendir. "es-Semiu"' işitme manasında icabet etmek demektir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.)
"Ey Allah'ım! İşitilmeyen duadan sana sığınırım" buyurmuştur. Yani "icabet edilmeyen duadan sana sığınırım" demektir.
"Es-Semi" bir manası da kabul etmek demektir. Zira rükudan doğrulurken "Allah hamdeden kimseyi işitti" yani Allah hamd eden kimsenin hamdini kabul etti, demektir.
Resulullah (s.a.v.);
"Allah'ım! Dört şeyden sana sığınırım: Faydasız ilimden, huşu duymayan kalpten, doymayan nefisten, işitilmeyen (kabul olunmayan) duadan" derdi.
Kur'an-ı Kerim'de, Allah'ın Semi' ismi 45 defa zikredilmiştir. Bunlar, Es-Semiu'1-alim, ve huve's-Semiu'1-alim, ve huve semiu'd-du'a, ve huve semiu'n-karib şeklinde geçmektedir. [822]
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Allah herşeyi işiten ve herşeyi görendir." [823]
Allah Teâlâ Kur'an'da çoğu defa işitme sıfatı ile görme sıfatını birlikte zikreder. Bu iki sıfat işitme ve görmeye konu olan gizli ve aşikar herşeyi içine alır. Es-Semî', işitmesi işitilecek herşeyi kapsamına alan demektir. Allah Teâlâ ulvî ve suflî âlemdeki bütün sesleri gizlisiyle açığıyla hepsini işitir. O'na göre sesler arasında fark yoktur, sanki tek bir ses gibidir. Seslerin hiçbirisini diğerine karıştırmaz. Hiçbir lisan O'na gizli değildir, hepsine âşinâdır. Uzak, yakın, gizli, açık O'na göre müsavidir.
"Sizden sözü gizleyenle onu açığa vuran, geceleyin gizlenenle gündüzün yürüyen (O'nun ilminde) eşittir."[824]
"Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah sizin konuşmanızı işitir. Allah işitendir, görendir." [825]
Hz. Aişe (r.a.) bu ayetle ilgili olarak [826]şunları demiştir: İşitmesi bütün sesleri kuşatıcı olan Allah çok yücedir. Rasûlullah'a (s.a.v.) şikayet için gelen bu kadın konuşurken ben yan odada bulunuyordum ve sözlerinden bir kısmını duyamamıştım. Nihayet bu ayet nazil oldu.
Allah Teâlâ'nın işitmesi iki türlüdür:
Birincisi; açık ve gizli, alçak ve yüksek bütün sesleri işitmesidir. O'nun işitmesi bütün bunları tam olarak ihata eder.
İkincisi; dua eden, isteyen ve ibadet eden kimseleri işitip onlara icabet etmesi ve karşılıklarını vermesidir. Şu ayette buna işaret edilir:
"Şüphesiz Rabbim duayı işitendir." [827]
Namaz kılan bir kişinin rüku'dan doğrulurken söylediği "Allah kendisine hamdedeni işitir" sözünün anlamı "O'na icabet eder" demektir. [828]
Allahu teâlâ işitir. Yüreklerimizdeki sözleri, ellerimizin hafif dokunmasından husule gelen sesleri işitir. Mesafeler O'nun işitmesine perde olamaz. Kâinatın her noktasında işitilmek şânından olan her şeyi işitir. Birini işitmesi, ötekilerini işitmesine engel olamaz. Her hâdiseyi ayni derece açık olarak işitir.
İnsanlardaki işîtme sıfatı, Allahu teâlâ'nın işitmesine benzemez. Evvelâ insanların işitmesi, görmesi de birçok şartlara bağlıdır, işitme cihazı dediğimiz kulaktaki bir takım teşkilât, hava ve havanın ihtizazı gibi ki, bu şartlardan birine arız olacak sakatlık, işitme sıfatını derhal yok eder. Sonra bütün bu şartlar tamam olduğu takdirde de, ancak belli bir mesafe içindeki sesleri, sözleri işitirler. Onun dışındakileri değil. Daha sonra, işitilecek hâdisenin de belli bir ölçüye tâbi olması şarttır. Meselâ, işitme cihazının tahammül edemiyeceği kadar şiddetli gürültüler, kulak zarının patlamasına sebep olur. Allahu teâlâ'nın işitmesi hiçbir şarta, hiçbir kayda tâbi değildir. [829]
Mutlak Kemâl, İzafî Kemâl:
İşitme sıfatı bir sıfat-ı kemâldir. Çünkü bunun zıddı olan sağırlık bir kusur, bir eksikliktir. Fakat bilindiği gibi kemâl, iki türlüdür: Mutlak kemâl, izâfı kemâl. Mutlak kemâl kayıtsız, hudutsuz, şartsız olmak lâzımdır. Meselâ, işitme sıfatı bir kayıt ile mukayyet, bir hudud ile mahdut, bir şart ile meşrut bulunursa, o zaman mutlak değil, ancak nisbî ve izafî bir kemâl olur. Kâinatta bir lâhza içinde milyarlarca işitilecek hâdiseler vuku buluyor ve bu hâdiseler ezelden ebede kadar anbean hiç kesilmeden değişip duruyor, işte bunlardan hiç birini kaçırmadan ve hiç biri ötekine mâni olmadan, hepsini birden aynı zamanda ve aynı vuzuhla işitip duran zât Semidir. Yoksa birini işitip, milyarlarcasından haberi bile olmayan değil. Fakat bir sıfât-ı kemâl olan işitme kuvvetinden, insanda velev ki, bir zerre olsun bulunduğu için, yine bir kıymeti vardır. Fakat bu kıymet, onun mutlak kemâle bir kılavuz olmasındandır. Onunla asıl kemâle erilir. Eğer bizde bu kadarcık olsun işitme sıfatı bulunmasaydı, daha doğrusu Allahu teâlâ kendi kemâl sıfatını bize sezdirmek için, bizde bu sıfatın izlerini, nişanlarını yaratmış olmasaydı, Allahu teâlâ'nın Semî' sıfatını anlamak için hiçbir yol bulamazdık da bu sıfât-ı ilâhiyye bize kapalı kalırdı. Bizdeki işitme kuvvetinin kıymeti, bu sıfât-ı ilâhiyyeye tercüman olmasından ve onu bize öğretmiş bulunmasından ötürüdür, işte bizim "Kemâlât" dediğimiz sıfatların hepsinin de mâhiyeti budur. Onun için Esmâü'l-Hüsnâ'dan herhangi bir ismi (kemâl-i mutlak ma'nâsı mülâhaza olunarak) mahlûka söylemek, hem şirk koşmak, hem yalancılık etmektir. Allah'ın hiçbir isminde hakîkî ma'nâsiyle benzeri yoktur, insanlardaki bütün kemâlât hakikî kemâl değildir, mecazdır, yani yoldur. Onunla hakikate geçilir, [830]
Kula Gereken Şey:
Mahlûkâtta görüp te bir kemâl sandığı herhangi bir ma'nâya bağlanıp ta ona kul ve köle olmamalı. Belki ondan derhal Allahu teâlâ'nın nâ'mütenâhî kemâl ve cemâline istidlal ederek bütün varlığıyle O'na bağlanmalı ve ancak O'na kulluk etmelidir. [831]
[819] Prof. İzzeddin Cemel, El-Esmaü’l-Hüsna, Ravza Yayınları: 192.
[820] Ali Osman Tatlısu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi, Başak Yayınları: 86.
[821] Şûrâ: 42/11
[822] Prof. İzzeddin Cemel, El-Esmaü’l-Hüsna, Ravza Yayınları: 192-193.
[823] Nisa: 4/134
[824] Ra'd: 13/10
[825] Mücadele: 58/1
[826] Bu ayet kocası tarafından, zihâr yapılıp terkedilen bir kadının Hz. Peygambere gelip şikayette bulunması ve kocasının kendisine .dönmesi için bir hüküm istemesi üzerine inmiştir. Hz. Peygamber "Sen ona haramsın" demiş ve kadın da lehinde bir hüküm vermesi için tekrar tekrar ricada bulunmuştu. Nihayet bu ayet nazil olarak araplar arasındaki bu eski geleneğin yanlış bir zandan ibaret olduğunu böyle sözlerle kadının, kocasının anası olamayacağını bildirdi. (Çeviren.)
[827] İbrahim: 14/39
[828] Said el-Kahtani, Kur’an Ve Sünnette Esma-i Hüsna Şerhi, Uysal Kitabevi: 83-84.
[829] Ali Osman Tatlısu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi, Başak Yayınları: 86-87.
[830] Ali Osman Tatlısu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi, Başak Yayınları: 87-88.
[831] Ali Osman Tatlısu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi, Başak Yayınları: 88.