Emlak Yöneticim

Hayvan Hakları

Hayvan Hakları

HAYVAN HAKLARININ ANAYASALARDA DÜZENLENMESİ

Hayvan hakları geçmişten günümüze sürekli değişmekle beraber günümüze gelinceye dek de bununla ilgili pek çok tartışmayı beraberinde getirmiştir. Bu değişimlerin başlaması da kolay olmamış fakat başlamasıyla geleceğe yönelik umutları yeşertmiş, devamlılığının geleceğine dair adeta bir umut ışığı olmuştur. Bu bağlamda hayvanların hukuki statüsü hakkında bilgi sahibi olmak maksadıyla öncelikle Osmanlı İmparatorluğundan günümüze kadar olan hayvan haklarının nasıl yasalarca korunacağına ilişkin bilgiler verecek, sokak hayvanlarının durumuyla ilgili güncel tartışmalara değineceğiz. Belki bunlar hakkındaki verilecek bilgiler, gelişmeler hususunda biraz olsun bize bilgi sağlayabilir, farkındalığımızı arttırmamıza yardımcı olabilir. Belki bu bilgiler ışığında Anayasa Mahkemesi’nin 24.03.2022 tarihli Hayvan Hakları Kanunu’nun iptaline ilişkin dava dilekçesiyle birlikte Zühtü Arslan tarafından yazılan karşı oy gerekçesini incelemek söz konusu sorunları anlamak açısından da katkı sağlayacaktır.

Osmanlı döneminde modernleşme ve çağa ayak uydurma adımlarıyla çeşitli düzenlemeler yapılmaya başlanmıştır. İlk düzenlemeler ise av hayvanlarıyla ilgili olmuş, ormanların avlanmayı kolaylaştırmak için kesilmemesi için yasaklar getirilmiş bazı türlerin de nesillerinin devamlılığı için önlemler alınmaya çalışılmıştır yeterli olmasa bile. Caydırıcı yasalar ise Tanzimat Dönemi’yle birlikte çıkmaya başlamıştır. 1870 Orman Nizamnamesi ve Zabıta-i Saydiye buna örnektir. Buradan hareketle de hayvanlara yaklaşımda bir farklılaşmanın görüldüğünü anlayabiliyoruz. 20. Yüzyılda ise Osmanlı’nın sokak hayvanlarıyla ilişkisi modernleşme yönünde değişime başlamıştır. Yeni şehircilik planlaması buna örnektir fakat sokak köpeklerinin toplatılması kararını da içermektedir ve geniş ve dar mercekte de  tartışmalara yol açmıştır. Sokak köpeklerinin saldırıları çoğalınca 1911’de Belediye Başkanı Suphi Bey tarafından köpekler Hayırsız Ada’ya gönderilmiştir. Sonraki Belediye Başkanı da benzer bir politika benimseyerek kalan diğer köpeklerin toplatılması yönünde karar vermiştir, yani Osmanlı İmparatorluğundan Cumhuriyete geçişte sokak hayvanları politikası pek de değişmiş sayılmaz. Birinci dünya savaşı sırasında yayılan hayvan kaynaklı salgınları önlemek amacıyla da kuduz vakaları için 1932 yılında yayımlanan 359 sayılı Genelge ile toplu itlaflar yaşanmıştır. Diğer taraftan, Cumhuriyetin ilk yıllarında hayvanların korunmasına ilişkin belirli yasal adımlar atılmış ve sahipli hayvanların öldürülmesi 1926 tarihli Türk Ceza Kanunu kapsamında “Mala Zarar Verme” başlığı altında düzenlenmiştir(765 sayılı Türk Ceza Kanunun 521. Maddesi)

Günümüze doğru gelindiğinde, sahipli ya da sahipsiz ayrımı yapılmaksızın tüm hayvanların kapsamlı bir korumaya tabi olmasına yönelik çalışmalar 1980’li yıllarda başlasa da bu doğrultuda bir somut adım atılamamıştır. Bu kapsamda, uluslararası boyutta hayvan haklarına ilişkin en önemli belgelerden biri olan “Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi’nin (European Convention for the Protection of Pet Animals) 2003 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmış, daha geniş bir hayvan hakları sisteminin oluşturulmasının önü açılmıştır. Sözleşme’nin onaylanmasından bir sene sonra kabul edilen 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu, hayvanların rahat yaşamlarını ve hayvanlara iyi ve uygun muamele edilmesini temin etmek, hayvanların acı, ıstırap ve eziyet çekmelerine karşı en iyi şekilde korunmalarını, her türlü mağduriyetlerinin önlenmesini sağlamak amacıyla yürürlüğe girmiştir. 5326 sayılı Kabahatler Kanunu kapsamında ele alınan söz konusu Kanun, bir hukuk nesnesi olarak, sahipli ya da sahipsiz tüm hayvanların haklarını düzenlemektedir. 14 2004 tarihli Kanunun, kabahatler kapsamında ele alınmasının caydırıcılık sorununa yol açabileceğine dair kamuoyunda endişeler dile getirilmiş ancak  2021 tarihli Hayvanları Koruma Kanunu ile Türk Ceza Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un kabul edilmesiyle söz konusu yaptırım sorunun giderileceği ifade edilmiştir. Bu Kanun’un yürürlüğe girmesiyle birlikte, hayvanlara yönelik suçlar Türk Ceza Kanunu kapsamında sayılmış ve metinde “can” ibaresinin kullanılmasıyla birlikte hayvanların hukuki statüsü de değiştirilmiştir.

5199 sayılı kanuna gelecek olursak ise diğerlerine nazaran daha modern ve kapsayıcı olduğu düşünülüyor olsa da hala tartışmalar devam etmektedir özellikle de sokak hayvanlarının toplatılması yönündeki gelişmeler.. Söz konusu tartışmalar kapsamında, 5199 sayılı Kanun’un 28/A maddesinde yer verilen ceza düzenlemesi ve 12. maddede sayılan “Hayvanların Kesimi” başlığına ilişkin eleştiriler yöneltilmiş ve bu maddelerin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurulmuştur. Kanun’un 28/A maddesiyle hayvanlara yönelik suçlara ilişkin soruşturma esasları düzenlenmekte ve ayrıca, yeni bir muhakeme şartı konulması öngörülmektedir: Sahibi tarafından işlenen suçlar da dâhil olmak üzere bu maddede belirtilen suçların işlenmesi halinde soruşturma yapılması Tarım ve Orman Bakanlığının il veya ilçe müdürlükleri tarafından Cumhuriyet başsavcılığına yazılı başvuruda bulunulmasına bağlıdır. Bu başvuru muhakeme şartı niteliğindedir. Söz konusu maddenin iptaline ilişkin verilen dava dilekçesinde; maddede belirtilen muhakeme şartının haksızlığa yol açtığı, başvuru şartlarına dair düzenleme yapılmadığından keyfiliğe açık olduğu ve suçun yaptırımının diğer suç türleriyle orantılı olmadığı belirtilmektedir. Bu doğrultuda, söz konusu davada iptal talebi oyçokluğuyla reddedilmesine rağmen, karşı oy gerekçesinin incelenmesi; 

Giriş bölümünde de kısaca değinildiği üzere, hayvan hakları ve hayvanların hukuki belgelerdeki statüsü üzerine bir değerlendirme yapmak için faydalı olabilir. AYM İptal Davası Kapsamında Karşı Oy Gerekçesi AYM’ye ana muhalefet partisi tarafından açılan iptal davasına ilişkin dilekçede, söz konusu maddenin caydırıcılığına ilişkin endişelere yer verilmektedir. Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan tarafından yazılan karşı oy yazısında da benzer görüşler dile getirilmekte ve Kanun’un asli amacı olan etkin koruma hedefinin, saldırıya uğrayan hayvanları korumak amacıyla bulunulacak suç duyurusu kapsamında, savcılığın devre dışı bırakılmasıyla engellendiği ifade edilmektedir. Özellikle Arslan, maddede yer alan başvuru mekanizmalarının işleyişine yer verilmemesinin keyfiliğe yol açacağını belirterek Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. Maddesinin ihlal edildiğini ifade etmektedir: Muhakeme şartı olarak belirlenen, “Tarım ve Orman Bakanlığının il veya ilçe müdürlükleri tarafından Cumhuriyet başsavcılığına yazılı başvuruda bulunulması” mekanizmasının nasıl çalışacağı, müdürlüklerin re’sen mi yoksa vatandaşlardan gelen şikayetler üzerine mi harekete geçebileceği, kişilerin şikayetlerinin nasıl değerlendirileceği, yazılı başvuru yapılıp yapılmaması konusunda takdir yetkilerinin olup olmadığı, varsa bu takdir yetkisinin hangi ilke, kriter ve şartlara göre kullanılacağı ve söz konusu müdürlüklerde hayvanlara karşı işlenen suçlar konusunda uzmanların istihdam edilip edilmeyeceği gibi hususlarda hiçbir düzenleme bulunmamaktadır […]”.20 Aynı zamanda AYM Başkanı, temel esasların yönetmelik aracılığıyla belirlenmesinin “yargısal denetim merciini değiştirmesi”ne neden olabileceğine işaret ederek Anayasa’nın 7. Maddesine aykırı olduğu görüşünü dile getirmektedir. Son olarak, söz konusu düzenlemenin, Anayasa’nın 56. maddesinde sayılan “sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı” kapsamında, bu maddede öngörülen devletin hayvanlara karşı negatif yükümlülükleriyle, yani siyasal iktidara sınır çizen düzenlemelerle uyuşmadığı ifade edilmektedir.

Buna göre, Kanun’daki eksikliklerin temel nedeninin, Osmanlı Dönemi’nden günümüze hayvanların hukuken “mal” olarak ele alan yaklaşımın oluşturduğu söylenebilir. Burada hayvanların, her ne kadar can kabul edilse de, bir hak öznesi olarak benimsenmediği ve hayvanları “hukuk nesnesi” olarak gören Klasik Hukuk yaklaşımından uzaklaşılamadığı, yaptırım açığıyla da gözler önüne serilmektedir.