İstanbul Sözleşmesi
İstanbul Sözleşmesi: Kadınların Hayatına Dair Bir Mücadele
İstanbul Sözleşmesi, bana göre sadece bir yasal metin değil, kadınların yaşama hakkı, özgürlüğü ve eşitliği adına bir umut ışığıdır. 2011 yılında İstanbul’da imzalanan bu sözleşme, kadına yönelik şiddetle mücadelede atılmış önemli bir adımdı ve kadınların haklarını koruma konusunda tüm dünyaya güçlü bir mesaj verdi. Bir kadının, sadece kadın olduğu için öldürülmesi, şiddet görmesi, aşağılanması bir barbarlıkken, bu sözleşme bu barbarlığa dur diyebilmek adına atılan ilk ve en güçlü adımlardan biriydi.
Ne yazık ki, son yıllarda bu sözleşmenin tartışma konusu haline gelmesi, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesi veren bir birey olarak içimi derinden sarsıyor. İstanbul Sözleşmesi’nin iptali veya değiştirilmesi gerektiğini savunanların argümanları, bana göre kadına yönelik şiddetin meşrulaştırılmasından başka bir şey değildir. Bu tartışmaların içinde kadınların yaşamları, hakları ve eşitlik mücadelesi göz ardı ediliyor. Oysaki bu sözleşme, şiddete uğrayan, öldürülen her kadının ardında bırakacağı acıyı, o kadının ailesinin, sevdiklerinin yaşadığı yıkımı durdurmaya yönelik bir adım olarak görülmelidir.
Kadına Şiddet: Sadece Bir İstatistik Değil
Kadına yönelik şiddet, bir kadının hayatını sonlandıran, toplumu ve insanlığı derinden sarsan bir suçtur. Her gün, her an bir kadının öldürülmesi, bir kadının şiddetle karşı karşıya kalması, sadece o kadının değil, hepimizin kaybıdır. İstanbul Sözleşmesi, bu şiddete karşı bir barikat gibi duruyor. Onu savunmak, bir kadının hayatına dokunabilmek, onun haklarını koruyabilmek demektir. Bu sözleşme, yalnızca bir yasal düzenleme değil, kadınların birer insan olarak var olma hakkına saygıdır.
Fakat İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkanlar, genellikle çok dar bir perspektiften bakıyorlar. Onlar, kadına yönelik şiddeti bir "aile meselesi" olarak görmekte, şiddet mağduru kadınları ise genellikle "yanlış seçim yapan", "hatalı davranan" kadınlar olarak etiketlemektedirler. Bu anlayış, ne yazık ki toplumsal cinsiyet eşitliğini ve kadına yönelik şiddetin sonlandırılmasını engellemektedir. Kadın, bir erkeğin mülkiyeti değildir. Bir kadın, hayatını kendi iradesiyle yaşama hakkına sahiptir ve bu hak, ona sadece devletin değil, tüm toplumun koruması altındadır.
Kadınların Özgürlüğü ve Adalet
Kadınların hakları savunulmadığı, şiddete karşı koruma altına alınmadığı sürece, toplumun temelleri zayıflar. İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi ya da uygulanmaması demek, kadının hayatının, onurunun ve güvenliğinin ikinci plana atılması demek olur. Kadınlar, sadece "evin kadını" veya "çocuk doğuracak bir araç" olarak görülmemelidir. İstanbul Sözleşmesi, onların toplumsal alanda eşit haklara sahip olmalarını, şiddetten korunmalarını ve özgür bir şekilde yaşamalarını garanti altına alır.
İstanbul Sözleşmesi, bize bir kadının sadece bir eş, bir anne, bir ev kadını olmadığına dair bir gerçek sunuyor. Kadın, birey olarak haklara sahip bir insandır. Bu sözleşme, kadına işkenceyi, cinayeti, baskıyı, her türlü ayrımcılığı reddetmek ve bu durumları ortadan kaldırmak adına oluşturulmuş bir sivil toplumsal güvence sağlar. Bu nedenle, İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak, bir kadın için sadece bir yasal düzenleme değil, onun özgürlüğü, hayatı ve mutlu bir geleceği için yapılan bir mücadelenin sembolüdür.
Sözleşme ve Toplum
İstanbul Sözleşmesi, sadece bir kadının yaşamını savunmakla kalmaz; aynı zamanda tüm toplumu güvence altına alır. Kadına yönelik şiddetin var olduğu bir toplumda hiçbir birey güven içinde değildir. Şiddet, sadece kadının değil, tüm toplumun, insanlığın hastalığıdır. Kadınların özgürlüğü, toplumun tüm bireylerinin özgürlüğüdür. Şiddet, sadece kadının hayatını yok etmekle kalmaz, aynı zamanda toplumda bir çürümeyi, bir yozlaşmayı da beraberinde getirir.
Her gün kadına yönelik şiddet haberleriyle uyanmak, kadınların öldürülmesine, işkenceye uğramasına, tacize uğramasına göz yummak, bu çürümeyi daha da derinleştirir. İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmak, bir kadının özgürlüğüne sahip çıkmak demektir. O yüzden bu sözleşmeyi savunmak, sadece kadınların haklarını savunmak değil, tüm insan haklarını savunmak, adaletin peşinden gitmek demektir.
Sonuç: Bir Adalet Arayışı
Kadın cinayetlerinin ve şiddetin son bulması, ancak güçlü bir yasayla mümkün olabilir. İstanbul Sözleşmesi, tam olarak bu noktada devreye giriyor ve kadınların haklarını, yaşamlarını güvence altına alıyor. Eğer bu sözleşme yok sayılmaya çalışılırsa, kadına yönelik şiddetle mücadelede büyük bir geriye gidişe tanık olacağız. Kadın cinayetleri, sokaklarda, evlerde, iş yerlerinde devam edecek ve bizler bu acıları her gün daha fazla hissedeceğiz.
Bu yüzden İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak, sadece bir kadın meselesi değildir. Bu, insanlık onurunu savunmak, adaletin peşinden gitmek, her bir kadının yaşam hakkını korumak demektir. Kadınların şiddetten korunması, eşit haklara sahip olması, özgür bir şekilde yaşayabilmesi için bu sözleşmeye sahip çıkmak, hepimizin görevidir.