Kadın Cinayetleri: Bir Toplumun Sessiz Çığlığı
Kadın cinayetleri, sadece bireysel bir trajedi değil; bir toplumun en derin yaralarından biridir. Her gün haberlerde bir kadının daha hayatının, çoğu zaman en yakını tarafından elinden alındığını görüyoruz. Ve her defasında içimizden bir parça daha kopuyor. Oysa bir toplumda bir kadının canı bu kadar kolay alınabiliyorsa, o toplumda hiçbir birey tam anlamıyla güvende değildir.
Bu olayların temelinde sadece bireysel öfke ya da kişisel problemler yok. Çok daha derin, kültürel ve yapısal sorunlar yatıyor. Kadına yönelik şiddeti normalleştiren, "hakkı varmış gibi" gösteren zihniyetler değişmeden bu sorunlar da ortadan kalkmayacak. Küçüklükten itibaren erkeklere "egemen", kadınlara "itaatkâr" roller biçilmesi, kadının birey olarak değil, birinin "kızı", "karısı", "annesinin emaneti" olarak görülmesi, işte bu vahşetin temelini oluşturuyor.
Ben bu konuda sadece öfke değil, aynı zamanda büyük bir utanç hissediyorum. Çünkü toplum olarak bazen susuyoruz, bazen görmezden geliyoruz. Bir kadının çığlığını duymadığımızda, bir kadının hayatta kalma mücadelesine sırt çevirdiğimizde, aslında şiddete ortak oluyoruz.
Çözüm ise çok boyutlu: Öncelikle çocuklara küçüklükten itibaren eşitlik, saygı ve empati öğretilmeli. Eğitim sistemi, medya, hukuk düzeni kadının birey olduğunu, kimsenin kimse üzerinde hak iddia edemeyeceğini net bir şekilde vurgulamalı. Cezalar caydırıcı olmalı; şiddetin bahanesi olmaz.
Unutmamak gerekir ki, her kaybedilen kadın sadece bir kişi değildir. Onlar hayalleri olan, seven, sevilen, umut taşıyan insanlardı. Her biri bir annenin, bir kardeşin, bir dostun canıydı. Onları kaybetmek, insanlığımızdan bir parça daha eksiltmek demektir.
Kadın cinayetlerini konuşmaktan vazgeçmemeli, adaletin peşini bırakmamalı ve her koşulda şiddetin karşısında durmalıyız. Sessizlik suça ortak olmaktır.