Kadın Hakları
İnsan haklarının korunmasının ve bu çerçevede kadın ve erkek güç dengesinin, yani eşitliğin sağlanmasının tek yolunun hukuktan geçtiğinin bilincindeyiz.
Afganistan’da uzun yıllardır devam eden siyasi gelişmeler, olaylar ve nihayetinde Taliban’ın yeniden iktidara el koyma süreci dünya tarafından yakinen takip edilirken, tartışmanın merkezine kadın ve çocuk haklarının konulduğunu görmekteyiz. Taliban, iktidarda olduğu süre boyunca kadınların çalışmasını, yanında ailesinden bir erkek olmadan tek başına dışarı çıkmasını, okula gitmesini yasaklamış ve Afgan kadınlarına ve çocuklarına uyguladığı zulümle tarih sayfalarına geçmişti.
Bu cepheden bakıldığında, ülkemizde de tartışmalar laiklik ve Cumhuriyet kavramları ve uygulamaları temelinde devam etmektedir. Taliban’ın, özellikle de kadınlara yaptıkları anımsanınca, Atatürk devrimleri tek tek yeniden konuşulur hale gelmiştir. Bu süreçlerden önemli dersler çıkarıldığını görmek de memnuniyet vericidir.
Gerçekten de ülkelerin yönetim biçimlerinin ve siyasi iktidarın yani icracıların bakış açısının, o ülkede kadın hakları ve çocuk hakları alanındaki söz ve davranışların belirleyicisi olduğu, uygulamaları şekillendirdiği örnekleriyle sabit bulunmaktadır.
Ne yazık ki dünyada insan hakları ile kadın haklarının gelişimi aynı zaman diliminde gerçekleşmemiştir. Esasen insan haklarını güvence altına alacak hukuki metinlerin tarihi bin yedi yüzlerin sonlarına dayanmaktadır. Kadın haklarıyla ilgili düzenlemeler ise yüzyıllar sonra hayat bulabilmiştir.
1776’da Amerika’da Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ilan edilmiştir. Martin Luther King’in Katolik Kilisesi’ne karşı yönelttiği ahlak ve dine bağlılık eksikliği ve dinin ticari malzeme haline getirilmesi eleştirileri ile “yalan söylüyorsunuz, sizin anlattığınız din, benim dinim değil” haykırışları ve ardından, soylular ve rahiplerin geniş imtiyazlara sahip olması ve toplum üzerindeki siyasi, ekonomik ve sosyal baskısı sonucu ortaya çıkan 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi (La Déclaration des droits de l’Homme et du citoyen), devletin ana hedefinin insan haklarını gerçekleştirmek olduğunu, özgürlüklerin, kanunlarla güvence altına alınması gerektiğini ve ancak kanunlarla sınırlanabileceğini ve kanun yapma yetkisinin de halkın seçtiği temsilcilere ait olması gerektiğini vurgulamıştır.
Dünyada insan hakları temelinde öncü olan bu Bildirge’nin kadınların haklarını açıkça korumadığını düşünen ve erkek bakış açısına karşı çıkan Olympe de Gouges ve arkadaşları kadın hakları özelinde yeni bir Bildirge yayınlamışlardır.
1791 Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi, (Déclaration des droits de la Femme et de la Citoyenne) diye anılan bildirge, “Biz, anneler, kız çocukları, kız kardeşler, ulusun temsilcileri, Ulusal Meclise alınmayı talep ediyoruz. Toplumun sefaletinin ve siyasal iktidarların ahlaki bozulmuşluğunun başlıca nedenlerinin, kadınların haklarının tanınmaması, unutulması ya da göz ardı edilmesi olduğunu göz önüne alarak, kadınların doğal, devredilemez ve kutsal haklarını bir bildirgeyle ilân etmeye karar verdik.” diye başlamaktadır. Bildirge’nin 1. Maddesinde yer alan “Kadın özgür doğar ve erkeklerle haklar bakımından eşittir.” cümlesi de bin yıllardır kadınların attığı çığlıkların ifade bulmuş şeklidir ve dünya tarihindeki önemli yerini almıştır.
Fransız Devrimi’nin ardından ilan edilen 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin savunucuları dahi kadınların hak taleplerini ve başkaldırışlarını ne yazık ki kabul edememiş ve bu süreç Kadın Hakları Bildirgesi’ne önderlik yapan Olympe de Gouges’un 3 Kasım 1793 de giyotinle idamına kadar gitmiştir. Ölüm yeri Concorde Meydanı, Paris, Fransa diye geçer. Gouges idama giderken şöyle sesleniyordu: “Titreyin, çağdaş Tiranlar! Mezarımın derinliklerinden duyulacak sesim. Cesaretim, sizin daha barbar davranmanıza neden oluyor.”
Gouges erkeklerin kadınlar üzerindeki hakimiyetinin tüm eşitsizlik biçimlerinin kaynağı olduğunu düşünmekteydi. Tarihe geçmiş “Kadının idam sehpasına çıkma hakkı varsa, kürsüye çıkma hakkı da olmalıdır.” sözü de ona aittir.
Gouges olayında da görüldüğü gibi tarih boyu insan hakları, devrim diye yola çıkan erkeklerin kendi bakış açılarına göre şekillenmekte ve erkeklerin karşı görüşlere tahammülsüzlük gösterdikleri görülmektedir. Onun içindir ki kadın hakları mücadelesi bu gün bile tüm hızıyla sürmektedir.
8 Mart 1857 tarihinde New York’ta “eşit ücret” talebiyle greve giden, tekstil işinde çalışan ve yangında hayatlarını kaybeden kadınlar, kadınların ekonomik hak ve özgürlük taleplerinin öncüleri olarak belleklere kazınmıştır.
1948 yılında Birleşmiş Milletler tarafından onaylanan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin birinci maddesi, “bütün insanlar onur ve haklar bakımından eşit ve özgür doğarlar“ cümlesiyle başlar. Bu bildirgede genel olarak kamusal alanlarda yaşanan hak ihlallerine yer verilmiştir, ancak özel alan-kamusal alan ayrımı yapmayarak ve kadınların kadın olmalarından kaynaklı hak ihlallerini ve özel alanlardaki mağduriyetlerini görmediği için kadın hakları açısından eleştirilmiştir. Hâlbuki kadınlar, hem kamusal alanda dışlanmakta hem de özel alanda zorla evlendirilme, eğitim alamama, şiddete maruz kalma, medeni haklara sahip olamama gibi pek çok mağduriyeti sadece kadın oldukları için yaşamaktadırlar.