Emlak Yöneticim

Toplumun Yüklediği Kadınlık Rolleri: Seçim mi, Dayatma mı?

Toplumun Yüklediği Kadınlık Rolleri: Seçim mi, Dayatma mı?

Kadınlık rolleri, bireysel tercihlerle şekillenen doğal eğilimlerden mi ibarettir, yoksa toplumun yüzyıllardır süregelen kültürel kodlarının birey üzerinde kurduğu bir tür dayatma mı? Bu makalede, kadın kimliğinin tarihsel ve kültürel süreçler içinde nasıl kurgulandığı, “annelik”, “fedakârlık”, “itaat” gibi rollerin kadınlara nasıl içselleştirildiği ve kadınların bu rolleri ne ölçüde özgür iradeleriyle benimsediği tartışılmaktadır. Bu bağlamda toplumsal cinsiyet kavramı, ataerkil sistem ve medya temsilleri üzerinden kadınlık rolleri ele alınacaktır.

1. Giriş: Kadınlık Bir Biyolojik Gerçeklik mi, Toplumsal Kurgumu?

Simone de Beauvoir’in ünlü “Kadın doğulmaz, kadın olunur” sözü, toplumsal cinsiyet çalışmalarının temelini oluşturur. Bu bakışa göre kadınlık, biyolojik değil; sosyal olarak inşa edilmiş bir kimliktir. Kadınların nasıl davranması, ne giymesi, nasıl konuşması gerektiği; kültür, gelenek ve din gibi sosyal yapılar tarafından belirlenmiştir.

Bu bağlamda “kadın gibi olmak” bir seçim değil, çoğunlukla bir uyum stratejisidir. Kadınlar, kendilerine biçilen rolleri sorgulamadan kabullenmeye teşvik edilir. Bu durumun ne kadarının “tercih”, ne kadarının “dayatma” olduğu, bu makalenin temel tartışma noktasıdır.

2. Ataerkil Sistem ve Kadınlık Kurgusu

Ataerkillik (patriyarka), erkek egemenliğini toplumsal yapının merkezine yerleştiren bir sistemdir. Bu sistemde kadınlık rolleri; itaatkârlık, duygusallık, ev içi sorumluluklar ve annelikle özdeşleştirilir. Kadınlara çocukluktan itibaren oyuncak bebekler verilmesi, “abla gibi davran” uyarıları, “kız gibi gül” kalıpları bu sürecin başlangıcıdır.

Kadının “doğası gereği” fedakâr, anlayışlı, şefkatli ve sessiz olması gerektiği fikri, aslında kültürel bir dayatmanın sonucudur. Bu rollerin dışına çıkan kadınlar ise sıklıkla “erkeksi”, “aşırı”, “yetersiz anne” ya da “yuvayı bozan” olarak etiketlenir.

3. Medya ve Kültürel Üretim: Kadınlık Rolünün Pekiştiricisi

Diziler, filmler, reklâmlar ve sosyal medya içerikleri kadınlık rollerinin yeniden üretildiği en güçlü alanlardandır. Geleneksel Türk dizilerinde kadın karakterler ya "masum ve iyi kalpli" ya da "fitneci ve kurnaz" olarak iki uçta temsil edilir. Her iki durumda da kadının temel tanımı erkekle olan ilişkisi üzerinden yapılır: sevgili, eş, anne ya da ev hanımı.

Reklamlar hâlâ temizlik ürünlerini yalnızca kadınlara pazarlarken, "başarılı kadın" hikâyeleri bile çoğu zaman “hem kariyer hem çocuk” ikileminde şekillenir. Bu anlatılar, kadınları sürekli bir mükemmellik baskısı altında tutar ve “modern kadınlık” da çoğu zaman başka bir tür dayatma haline gelir.

4. Seçim İllüzyonu: Ne Kadar Özgürüz?

Toplum, kadınlara kadınlık rollerini “seçim” gibi sunar. Mesela ev hanımı olmayı seçen kadının “özgür” olduğu varsayılır. Oysa bu tercihin altında çoğu zaman sosyal baskılar, ekonomik bağımlılık, eğitim eşitsizliği ve içselleştirilmiş kalıplar yatmaktadır.

Kadınlara “kadın gibi davranmaları” öğretildikten sonra bu davranışların onların "doğal" seçimleri olduğu varsayılır. Ancak gerçek seçim, alternatifler arasında eşit koşullarda karar verebilmektir. Aksi takdirde, seçim özgürlüğü yalnızca bir yanılsamadır.

5. Direniş Biçimleri ve Yeni Kadınlık Halleri

Tüm bu dayatmalara rağmen, kadınlar çeşitli yollarla bu rollere karşı direnmekte ve alternatif kadınlık kimlikleri üretmektedir. Feminist hareketler, sosyal medya kampanyaları (#Benİstersem, #KadınlarBirlikteGüçlü, #FeministGeceYürüyüşü gibi) ve bağımsız kadın hikâyeleri, kadınlığın tek bir kalıptan ibaret olmadığını gösteriyor.

Kadınlar artık daha yüksek sesle “annelik kutsalsa neden yükü sadece bana ait?” diye sorabiliyor. Bazıları evlenmemeyi, bazıları çocuk sahibi olmamayı tercih ediyor. Bu tercihler, hâlâ sosyal baskıya maruz kalsa da, kadınların “dayatma”dan “karar alma”ya geçiş sürecinde önemli adımlar.

6. Sonuç: Kadınlık, Yeniden Düşünülmesi Gereken Bir Kimlik

Kadınlık rolleri, bireyin özgürce şekillendirebileceği bir alan olmaktan ziyade, toplumun çizdiği sınırlarla şekillenen bir kimliktir. Kadınlar bu sınırları zorladıkça, hem bireysel hem de kolektif düzeyde özgürlük alanları genişlemektedir. Gerçek özgürlük ise, kadınların hiçbir toplumsal baskı altında kalmadan kendi yaşam biçimlerini seçebilmeleriyle mümkündür.