Emlak Yöneticim

Menfi Tespit ve İstirdat Davası

Menfi Tespit ve İstirdat Davası

Menfi Tespit ve İstirdat Davası

 

Menfi Tespit Davası Nedir?

Davalı tarafından varlığı iddia edilen bir hukuki ilişkinin mevcut olmadığının (yok olduğunun) tespiti için açılan davaya menfi (olumsuz) tespit davası denir.

Gerçekte var olmayan bir borç ya da geçersiz bir hukukî ilişki nedeniyle icra takibine maruz kalması muhtemel olan veya icra takibine maruz kalan bir kimsenin (borçlunun) gerçekte borçlu bulunmadığını ispat için açacağı dava, menfi tespit davası olarak adlandırılmaktadır (HGK-K.2021/866).

Menfi Tespit Davası Nasıl Açılır?

Menfi tespit davası, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 72. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında ya da icra takibinden sonra borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu dava maddi hukuk ve usul hukuku bakımından genel hükümlere dayalıdır ve normal bir hukuk davası olarak açılır. Eş söyleyişle kendisine karşı icra takibi yapılmış olan borçlu, ödeme emrine itiraz edilmemiş veya itiraz edilmiş olmakla birlikte yerinde görülmemiş olması sebebiyle icra takibi kesinleşse dahi maddi hukuk bakımından borçlu olmadığını ileri sürebilir. Bunun için, takip devam ederken alacaklıya karşı menfi tespit davası açabileceği gibi, böyle bir menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise ödemiş olduğu paranın kendisine verilmesi için alacaklıya karşı istirdat davası açabilir (Kuru, B.: İcra ve İflâs Hukukunda Menfi Tespit Davası ve İstirdat Davası, Ankara 2003, s. 233). Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, menfi tespit davası icra takibinden önce sonuçlanmaz ve ihtiyati tedbir kararı verilmemiş olması (veya ihtiyati tedbir kararının kaldırılması) nedeniyle, (menfi tespit davası görülmekte iken) borç alacaklıya (davalıya) ödenmiş olursa, menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam edilir (m.72/6); yani menfi tespit davası (kendiliğinden) istirdat davasına dönüşür; bu hâlde mahkeme menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam eder (Kuru, B: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış İcra ve İflâs Hukuku Ders Kitabı, Ankara, 2017, s. 146). Bu durumda İİK’nın 72/6 maddesi gereğince bedele dönüşen isteminin temeli menfi tespit davasıdır.

Menfi Tespit Davasında İspat Yükü

Menfi tespit davasında ispat yükü, kural olarak davalı alacaklıya düşer; fakat davacıya (borçluya) düştüğü hâller de vardır; davacı (borçlu), davalının (alacaklının) varlığını iddia ettiği hukuki ilişkiyi (meselâ borcu) sadece inkâr etmekle yetinmekte ise, yani bu hukuki İlişkinin (borcun) hiç doğmadığını ileri sürmekte ise ispat yükü davalıya düşer. Çünkü hukuki ilişkinin (borcun) varlığını iddia eden davalı olduğu için, ispat yükü davalı alacaklıya düşer (6100 sayılı HMK m. 190; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) m.6). Fakat, alacaklının dayandığı senedin karşılıksız olduğunu ispat yükü, davacıya (borçluya) düşer. Bunun gibi, davacı (borçlu), davalının (alacaklının) iddia ettiği alacağın ödeme, ibra ve takas gibi bir nedenle son bulduğunu ileri sürerse, bu iddiayı ispat yükü de davacı borçluya düşer (Kuru-El Kitabı, s.370 ilâ 372). HMK’nın 201. maddesinde “Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz.” hükmü düzenlenmiştir. Senede karşı ileri sürülen hukuki işlemlerin senetle ispatı zorunludur (HMK m. 200). Senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı defi (savunma) olarak ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler, ispat sınırından az bir miktara ilişkin olsa bile tanıkla ispat olunamaz; ancak senet (kesin delil) ile ispat edilebilir.

Ancak, HMK’nın 203. maddesinde hangi hâllerde tanık dinlenebileceği açıklanmış olup,

“a) Altsoy ve üstsoy, kardeşler, eşler, kayınbaba, kaynana ile gelin ve damat arasındaki işlemler.

b) İşin niteliğine ve tarafların durumlarına göre, senede bağlanmaması teamül olarak yerleşmiş bulunan hukuki işlemler.

c) Yangın, deniz kazası, deprem gibi senet alınmasında imkansızlık veya olağanüstü güçlük bulunan hallerde yapılan işlemler.

ç) Hukuki işlemlerde irade bozukluğu ile aşırı yararlanma iddiaları.

d) Hukuki işlemlere ve senetlere karşı üçüncü kişilerin muvazaa iddiaları.

e) Bir senedin sahibi elinde beklenmeyen bir olay veya zorlayıcı bir nedenle yahut usulüne göre teslim edilen bir memur elinde veya noterlikte herhangi bir şekilde kaybolduğu kanısını kuvvetlendirecek delil veya emarelerin bulunması hali.” şeklinde düzenlenmiştir.

Muvazaalı borç senedi düzenlemesi hususunu açıklamak gerekirse, miras bırakanın aslında borçlu olmadığı hâlde lehine yarar sağlamak istediği mirasçısı veya bir üçüncü kişi lehine adi veya ticari borç senedi düzenlemesi mutlak muvazaa niteliğinde olup, mirasçılar ödemekle yükümlü oldukları bu senedin iptalini muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı açacakları dava ile isteyemezler.

Kambiyo senedinden kaynaklanan talebin geçerliliği borç ilişkisinden bağımsızdır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.04.2015 tarihli ve 2013/19-1622 E., 2015/1238 K. sayılı kararı). Bu nedenle miras bırakanın düzenlemiş olduğu muvazaalı adi veya ticari borç senedi gerekli şartları haizse geçerlidir.Bu hâlde mirasçılar, miras bırakanın düzenlemiş olduğu borç senedinin muvazaa nedeniyle hükümsüzlüğünü ispatla yükümlüdürler. Mirasçılar, miras bırakanın yapmış oldukları hukuki işlemlerde kural olarak halef sıfatıyla taraf sayılırlar. Bunun sonucu olarak, mirasçılar ancak miras bırakanın sahip olduğu ispat imkânlarından faydalanabilirler. Ancak, miras bırakanın muvazaalı borç senedi düzenlemesi, mirasçılar aleyhine bir işlem olup, mirasçılar ile miras bırakanın hukuki menfaatleri çatışmaktadır. Bu nedenle, mirasçılar, muvazaalı borç senedinin hükümsüzlüğü talebiyle açacaklar davayı üçüncü kişi sıfatıyla her türlü delille ispatlayabilirler .Nitekim aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.04.1978, 1976/13-3608 E., 1978/338 K.; 12.04.1985 tarihli ve 1983/4-558 E., 1985/317 K. sayılı kararlarında da değinilmiştir.

İstirdat Davası Nedir?

Kendisine karşı ilamsız icra takibi yapılmış olan borçlu, ödeme emrine itiraz edilmemiş veya itiraz edilmiş olmakla birlikte yerinde görülmemiş olması sebebiyle icra takibi kesinleşmiş olsa dahi maddi hukuk bakımından borçlu olmadığını ileri sürebilir. Bunun için, takip devam ederken alacaklıya karşı menfi tespit davası açabileceği gibi, böyle bir menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise, ödemiş olduğu paranın kendisine verilmesi için alacaklıya karşı istirdat davası açabilir (Kuru, B.: İcra ve İflâs Hukukunda Menfi Tespit Davası ve İstirdat Davası, Ankara 2003, s. 233).

İİK’nın 72. maddesinin 5. fıkrası gereğince borçlunun açmış olduğu menfi tespit davasında ihtiyati tedbir kararı almamış veya verilmiş olan ihtiyati tedbir kararının herhangi bir sebeple kaldırılmış olması nedeniyle dava konusu borcu alacaklıya ödemiş olursa açılmış olan menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam edilir (İİK m. 72/6). Bu durumda borçlunun menfi tespit davasının istirdat davasına dönüştürülerek devam edilmesi için bir talepte bulunmasına gerek yoktur. Borcun ödenmiş olduğunu öğrenen mahkemenin yukarıda yazılı yasa hükmü gereğince davaya kendiliğinden istirdat davası olarak devam etmesi gerekir.

Menfi tespit davasının istirdat davasına dönüşmesi üzerine, mahkemenin davanın kabulüne karar vermesi hâlinde, bu kararın icra takibinde ödenmiş olan paranın borçluya geri verilmesine ilişkin bölümü için, borçlunun ayrı bir ilamlı takip yapmasına olanak ve gerek yoktur. Borçlunun, m. 72/5, c.2 hükmüne göre icranın eski hâle getirilmesini istemesi gerekli ve yeterlidir. Bu hâlde de icranın eski hâle getirilebilmesi için istirdat davasının kabulü kararının kesinleşmesi gerekir (m. 72/5, c.2). Borçlu, İİK’nın 72. maddesinin 6. fıkrasına göre menfi tespit davasından dönüşen istirdat davasının kabulü kararının faiz, tazminat ve yargılama giderlerine ilişkin bölümü için ilâmlı icra yoluna başvurabilir; fakat, bunun için de, istirdat davasının kabulü kararının kesinleşmesi gerekir (Kuru, s. 390-391). Nitekim bu hususlar Hukuk Genel Kurulunun 11.02.2020 tarihli ve 2018/8-55 E., 2020/130 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.

Borçlu, menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise, ödemiş olduğu paranın kendisine geri verilmesi için alacaklıya karşı İİK’nın 72. maddesinin 7. fıkrasına göre istirdat davası açabilir. Borçlu, istirdat davası sonucunda (lehine) almış olduğu ilamı hemen icraya koyabilir (m. 32). Bunun için, ilamın kesinleşmesi şart değildir; çünkü, ilamın konusu bir para alacağıdır (HUMK m. 443/1; İİK m. 36). Fakat, İİK’nın 72/6. maddesi gereğince istirdat davasına dönüşen menfî tespit davasının (yeni hâli ile istirdat davasının) kabulüne ilişkin ilamda yer alan alacak, ilam kesinleşmeden takip konusu yapılamaz (Kuru, s. 399). Hukuk Genel Kurulunun 11.02.2020 tarihli ve 2018/8-55 E., 2020/130 K. sayılı kararında da bu ilkeler vurgulanmıştır.

Menfi Tespit Davası/İstirdat Davası Zamanaşımı Süresi veya Hak Düşürücü Süre

Menfi tespit davasına özgü bir zamanaşımı süresi veya hak düşürücü süre yoktur. Dava konusu hukuki ilişkinin tabi olduğu zamanaşımı süresi ne ise, menfi tespit davasının zamanaşımı süresi de odur. Aynı şekilde menfi tespit davasından dönüşen istirdat davasında da ayrı bir zamanaşımı süresi veya hak düşürücü süre mevcut değildir. Ancak, borclu menfi tespit davası açmadan cebri icra tehdidi altında borcu ödedikten sonra ödediği tarihten itibaren bir sene içinde istirdat davası açabilir. Bilindiği üzere 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun (İİK) 72/7.maddesi uyarınca takibe itiraz etmemiş veya itirazının kaldırılmış olması yüzünden borçlu olmadığı bir parayı tamamen ödemek mecburiyetinde kalan şahıs, ödediği tarihten itibaren bir sene içinde, umumi hükümler dairesinde mahkemeye başvurarak paranın geriye alınmasını isteyebilir. Kanun maddesinden de anlaşılacağı üzere istirdat davası bir yıllık süre içerisinde açılabilir. Bu bir yıllık süre zamanaşımı süresi değil, hak düşürücü süredir. Bu nedenle, davanın süresinde açılıp açılmadığı, mahkemece doğrudan doğruya araştırılır.

Menfi tespit davası, İİK 72. maddesinde düzenlenmiş olup davanın açılması için herhangi bir hak düşürücü süre öngörülmemiştir. Dava, genel zamanaşımı süresine tabi olup istek konusu alacak avansın iadesi talebine ilişkin olmakla 5 yıllık zamanaşımına tabi olup işin esasına girilerek bir karar verilmesi gerekirken hak düşürücü süreden söz edilerek davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 9HD-K.2020/6858).

Mahkemece, taraflar arasında sözleşme benzeri ilişki kurulduğu, bu nedenle BK m. 125 gereğince zamanaşımı süresinin 10 yıl olduğu ve borcun tahakkuk tarihi dikkate alındığında zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; Hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir. Davacı, kaçak tespit tutanağına konu trafonun kendisine ait olmadığını ileri sürerek kaçak kullanıma ilişkin borçlu bulunmadığının tespitine karar verilmesini talep etmektedir. Menfi tespit davasında, istirdat davası hükümleri ayrık olmak üzere zamanaşımı için herhangi bir düzenleme öngörülmemiştir. Bu nedenle, Mahkemece işin esası incelenerek bir karar vermek gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın zamanaşımına uğradığından bahisle reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

Davacı, davalı ile dava dışı … arasında imzalanan sözleşmeyi kefil sıfatı ile imzaladığını, kefalet geçersiz olduğunu ileri sürerek davalı tarafından başlatılan icra takibi nedeniyle borçlu olunmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir. Davalı zamanaşımının dolduğunu ileri sürmüştür. Mahkemece, davalı ile dava dışı … arasında sözleşmenin 25.5.2004 tarihli olduğu, 6.4.2005 tarihinde başlatılan icra takibi sonucu düzenlenen ödeme emrinin 18.4.2005 tarihinde tebliğ edildiği, dava ise 10 yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra 18.8.2015 tarihinde açıldığı gerekçesiyle zamanaşımından davanın reddine karar verilmiştir. Dava, davacı aleyhine başlatılan icra takibi nedeniyle borçlu olunmadığının tespitine yönelik olarak açılan menfi tespit davası olup, icra takip dosyası derdest olduğundan zamanaşımı söz konusu değildir.

Dava konusu edilen ödeme emrine konu prim borcunun ait olduğu dönem itibariyle yürürlükte olan yasa gereğince Kurum prim alacaklarının 5 yıllık zamanaşımına tabi olduğu, zamanaşımı süresi içerisinde, ödeme emirlerinin tebliğ edildiği 13/10/2015 tarihine kadar davacı yönünden herhangi bir işlem gerçekleştirilmediği ve bu haliyle borcun zamanaşımına uğradığı anlaşılmakla; pay devri sonrası döneme ilişkin borç yönünden, öncelikle zamanaşımı def’i gözetilerek davanın kabulüne karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki hüküm fıkrası oluşturulmuştur.” ibaresinin silinerek yerine, “ Menfi tespit davasına konusu edilen ödeme emrine konu prim borcunun ait olduğu dönem itibariyle yürürlükte olan yasa gereğince Kurum prim alacaklarının 5 yıllık zamanaşımına tabi olduğu, zamanaşımı süresi içerisinde, ödeme emirlerinin tebliğ edildiği 13/10/2015 tarihine kadar davacı yönünden herhangi bir işlem gerçekleştirilmediği ve bu haliyle borcun zamanaşımına uğradığı anlaşılmakla; pay devri sonrası döneme ilişkin borç yönünden, öncelikle zamanaşımı def’i gözetilerek davanın kabulüne karar vermek gerekmiştir.