Trafik Kazalarında Bilinçli Taksir
Trafik kazaları ve bu kazaların yol açtığı sonuçlar toplumsal ve ekonomik bir sorun olduğu gibi hukukun ve özellikle ceza hukukunun önemli uygulama alanlarından biridir. Trafik kazalarına ilişkin yapılan araştırmalar bu kazaların oluşumunda insan unsuruna bağlı etmenlerin çok büyük bir rol oynadığını göstermektedir.
Bir trafik kazasının sonucunda kanunların suç olarak tanımladığı fiillere dâhil olan ölüm ya da yaralanma gibi neticelerden biri meydana geldiğinde başta araç sürücüsü olmak üzere bireylerin ceza hukuku sorumluluğu oluşabilmektedir. Kusursuz ceza olmaz (nullum crimen sine culpa) ilkesi gereğince, söz konusu neticelerden dolayı cezai sorumluluğun oluşması için failin davranışının kusurlu olması gerekir. Bilindiği üzere, maddi ceza hukukunda kusurun dereceleri, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile tarif edilen, basit taksirden doğrudan kast kadar farklı ağırlıkta sorumluluk düzeylerine tekabül etmektedir.
Ceza hukukunda failin davranışının kusurlu olup olmadığının incelendiği suçun manevi unsuru kapsamında ele alınan ve her ikisi de neticenin öngörülmüş olmasını gerektiren olası kast ve bilinçli taksirin, trafik kazaları bakımından özellikle önem taşıdığı söylenebilir. Ulaşım imkânlarının ve fiziki hareketliliğin çok büyük bir boyuta ulaştığı günümüzün modern yaşamında trafik kazalarının sayısının ve bu kazalar sonucunda oluşan ölüm ve yaralanma başta olmak üzere olumsuz sonuçlar arttığı gibi, araç ve yol donanımı ile diğer teknik koşullardaki ilerlemenin etkisiyle sürücülerin muhtemel neticeleri öngörme imkânının da bir ölçüde arttığı ileri sürülebilir. Öte yandan, olası kast ve bilinçli taksir, maddi ceza hukukunda birbirine oldukça yakın sorumluluk düzeyleri olup hukuki mahiyetleri de tartışmalıdır. Bu bakımdan, çok çeşitli gerçekleşme biçimlerine sahip olan trafik kazaları, olası kast ve bilinçli taksirin teorik boyutlarının aydınlatılması bakımından da yararlı olabilecek bir uygulama alanı olarak görünmektedir. Ayrıca, trafik kazaları sonucunda oluşabilecek cezai sorumluluğun düzeyi ve bu hallerde olası kast veya bilinçli taksir sorumluluğunun tespiti için, yargı kararlarının ışığında mevcut ölçütlerin değerlendirilmesinin yanı sıra dikkate alınabilecek farklı ölçütlerin ortaya konulması mümkündür.
Trafik kazaları, gerek doktrinde konuya ilişkin genel açıklamalarda verilen örneklerin içeriğinden, gerekse Yargıtay’ın çok sayıda kararından anlaşıldığı üzere, olası kast ve özellikle bilinçli taksir
hallerinin en yaygın görüldüğü olay türlerinden biri olarak ceza hukuku açısından kayda değer bir uygulama alanıdır. Öte yandan, ulaşım faaliyetinin yüzde 90’ının üzerinde karayolu ile gerçekleştirildiği ve önemli ölüm sebepleri arasında yer aldığı Türkiye’de trafik kazaları, aynı zamanda halk sağlığı ve ekonomi gibi alanlar bakımından önemli bir toplumsal sorundur. Teknolojideki ve toplumsal karmaşıklık düzeyindeki ilerlemelerin yeni riskleri bünyesinde barındırması, ceza hukuku açısından, özellikle doğrudan kastla işlenmeyen suçların önemini artırmaktadır.
Trafik kazası, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’na göre, “karayolu üzerinde hareket halinde olan bir veya birden fazla aracın karıştığı ölüm, yaralanma ve zararla sonuçlanmış olan olay”ı ifade eder (m. 3). Bu durumda, hukuki anlamda trafik kazasından söz edebilmek için olay bağlamında, hareket eden en az bir vasıta ve ölüm, yaralanma ya da zarar sonuçlarından en az birinin gerçekleşmesi yeterlidir. Trafik kazaları, günlük dilde yaygın kullanılan bir ifade olan “kaza” terimini içerse de her trafik kazasının ceza hukuku anlamında “kaza” veya “tesadüf” olduğu söylenemez. Kaldı ki, genel anlamıyla kaza, “önceden planlanmayan, beklenmeyen ve bilinmeyen bir zamanda ortaya çıkan, can ve mal kaybı ile sonuçlanan” bir olay olarak tarif edilebilirse de
yapılan araştırmalarda Türkiye’de trafik kazalarının meydana gelmesinde sürücü başta olmak üzere insan unsuruna dayalı kusur payı yüzde 99,12 gibi yüksek bir orandır. Kuşkusuz, failin hiçbir kusurunun olmadığı durumlarda ya da failin kusurunu tamamen ortadan kaldıran şartlar dolayısıyla tümüyle kaza veya tümüyle rastlantı olarak görülebilecek olaylarda, taksirin unsurlarından biri olan “neticenin öngörülebilirliği”nden söz edilemez ve kusurun ortadan kalktığı kabul edilir. Fakat vurgulamak gerekir ki, günlük dildeki anlamıyla her “kaza” tesadüf değildir.
Olası kast, failin neticenin meydana gelme ihtimalini “ciddi bir şekilde mümkün görmesi”ne, tahmin etmesine karşılık bu neticeye kayıtsız kalması, razı olması, neticeyi kabullenmesi halidir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na göre, “Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır.” (m. 21/2). Olası kastta neticeyi öngörmek, açıkça istememekle beraber neticeye karşı kayıtsızlık unsurlarının varlığı açıktır. Ancak söz konusu “istememe” gönlünden geçirmemek, heves duymamak gibi duygusal bir anlama gelmez. Olası kast, failin asıl davranış tutumunu veya maksadını muhtemel yan neticeye üstün saydığı halleri de kapsamakta olup “fail tarafından öngörülmesine rağmen arzu edilmeyen her türlü neticenin olası kastın kapsamı dışında kalması demek de değildir; zira isteme unsuru günlük dildeki arzu etme veya hoşuna gitme demek değildir, aksine sadece ve sadece hukuki anlamda bir kabullenme demektir”.
O halde olası kastta failin neticeyi istememesi, kayıtsızlık haliyle iç içe olup üzerinde ciddiyetle durmamak, umursamamak, eski tabirle “lakaydî” mahiyetindedir. Bilinçli taksir, failin neticeyi öngörmesini ve fakat kastın aksine iradilik yerine neticenin oluşmayacağı kanaatini içeren manevi unsur halidir.
Bilinçli taksirde fail davranışını icra ederken neticeyi tahmin edebilmekle beraber bunun meydana gelmesini arzu etmemekte, somut olayın gerçekleştiği şartlar çerçevesinde neticenin oluşmayacağına inanmaktır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na göre, “Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır” (m. 22/3). Bu tanımın olası kast tanımıyla benzerlik arz ettiği, ispatın zor olduğu koşullarda olası kast yerine bilinçli taksire hükmedilmesine yol açabileceği yönündeki eleştirilerde haklılık payı vardır. Diğer taraftan, neticeyi öngörme ve istememe şeklindeki bu koşullar, olay anı itibariyle failin durumuna ilişkindir. Bilinçli taksirde fail, olay anında eyleminin, genel olarak hukuk düzeninin gerekleriyle çeliştiğinin farkında olup “içsel” dikkat ve özen yükümlüğünün etkisine rağmen haksızlığı bilinçli şekilde gerçekleştirmektedir.
Olay anından sonra failin gerçekleşmesini arzu etmediği sonuç, örneğin trafik kazasında kaza ihtimalini tahmin eden fail sürücünün hatasının tesiriyle ölüm gerçekleşirse, fail basit taksirdeki özensizlikten daha yüksek seviyedeki özensizlikle malul davranışı nedeniyle sorumlu tutulacaktır. Zira bu durumda fail, neticenin oluşmasını istememesine ve fiilinin hukuka aykırı bir sonuca sebebiyet verebileceğini bir ihtimal olarak görmesine rağmen neticenin oluşmayacağı yönünde bir güven ve düşünceyle eylemini icra etmiştir. Yine de tek başına neticenin istenmemesi kıstasıyla ayırt edilmesi güç olan bilinçli taksirin, olası kastın uygulama sahasını daraltan bir hal olarak nitelenmesi de mümkündür. Buna mukabil, bilinçli taksir, öngörülebilir bir neticeyi öngörmemeyi ifade eden basit taksirden, neticenin öngörülmüş olmasıyla ayrılabilir. Ancak bilinçli taksirin basit taksirden ayrılmasında önemli bir güçlük olmadığı, buna karşılık bilinçli taksir ile olası kastın hem
neticenin öngörülmüş olması, hem de neticenin istenmemiş olması unsurlarını müşterek olarak içerdiği göz önüne alınırsa; asıl güçlüğün bu iki sorumluluk halinin ayırt edilmesinde olduğu söylenebilir. Gerçekten, sözü edilen güçlük hem teorik hem pratik açıdan mevcut görünmektedir.